23 Kasım 2017 Perşembe

AŞK'A...


Kocam...

Hayatımın en güzel rengi, en parlak ışığı, en büyük huzuru...
Biz birbirimizi bulana kadar çok uzun,çok dikenli yollardan geçtik...
Çok düştük, çok kanadı dizlerimiz...
Çok kırıldık ve defalarca tuz buz oldu kalbimiz...
Çok yanıldık,çok vazgeçtik,çok insan tanıdık, çok insan sildik...
İkimizin de 'BEN YALNIZ MUTLUYUM' zamanında çarpıştı gözlerimiz ve tekrar çarptı kalplerimiz...
Hani herkesin görüp çok özendiği o mutluluk var ya gökten zembille inmedi bize:)
Çok fazla bedel ödedik ve çok fazla yıprandık bunu hak etmek için...
(Romantizm buraya kadardı tatlı çocuk)

Bildiğin huysuzsun yani, aşırı titiz, dehşet verici derecede düzenlisin ayrıca benden güzel yemek yapman hiç hoş değil... Erkek dediğin azıcık ne nereye konur bilmez, az beceriksiz falan olur,böyle karısı değişik bir yemek yaptığında şaşırır mutlu olur 'aşkım çok güzel olmuş ama içine azıcıkta köri koysan daha lezzetli olurdu'gibi tehlikeli cümleler kurmaz:)))) Bir de zayıfladın falan bu ara, daha bir karizmatik oldun bir havalara girdin bu durumdan da hoşlanmıyorum:))
Ahh ahhh kocamla bana bakıp mutlu mesut hayat yaşadığımı sanan dostlar neler çekiyorum bir bilseniz :)))))

Şimdi gelelim sonuca:) Bir gün incitmedin beni, hep güldürdün yüzümü, her sabah gülen gözlerle baktın yüzüme, bir eş olarak yapılabilecek ne varsa hep fazlasını yaptın, bir sevgili olarak ne kadar severse insan, sen daha fazla sevdin, bir dost nasıl dinlerse dostunun derdini, sen hep dinledin hep huzurlu olan yolu gösterdin... Hiç mi kötü günümüz olmadı? Tabi ki oldu... O zamanlar da bile beni acıtan her keskin köşeni törpüledin, her katı kararını yumuşattın bu bile bir daha aşık olmamı sağladı sana...

Kocamm ben seni o uçaktan inip ilk öptüğüm gün kadar heyecanla ve aşkla seviyorum...

Sevda GENÇ


15 Kasım 2017 Çarşamba

MUTLULUK KALBİMDE DİNGİN BİR SAHİL KASABASI


Fikrimin ince gülü kalbimin şen bülbülü, o gün ki gördüm seni yaktın ah yaktın beni...

Hem bu şarkıyı mırıldanıp hem domates çorbası yapıyordum:) Sarılıp öptü eşim :) O çorbayı içmiş gibi ısındı içim:)

Ah dedim hayat ne güzel şeysin :) Sonra düşünmeye başladım:) Galiba ben bu mutluluğu çok bekledim ve hak ettim :)

Güzel bir instagram sayfasının admini olarak ünlü olan(!)  kuzenim:))) Bana güzel bir alıntı gönderdi :))))(kendisi çok ciddi bir hayranım ve okuyucum olduğu için anmadan geçemedin :P ;))

Çok mutlu gördüğünüz bazı insanlar o mutluluğu tırnakları ile, diz kapaklarını çürüterek, saçlarını dökerek, avuçları yara bere yaratmıştır. Ve artık hiçbir şey o mutluluğa engel olamaz. 

Çünkü onlar seçmiştir

O mutluluk tesadüfen orada değildir.

Evet dedim benim mutluluğum tesadüf değil:)

Ben bu mutluluğu hak ettim çünkü çok içten diledim kalbimde hissettim... Umutsuzluğa asla düşmedim hep nazlı bir çiçek gibi taşıdım o umudu kalbimde... Kimsenin dokunmasına onu incitmesine izin vermedim...

 Ben bu mutluluğu hak ettim çünkü asla mutsuzum diye etrafa negatif enerji yayıp çevremdekilerin enerjilerini emmedim..

Ben bu mutluluğu hak ettim çünkü kimsenin hiç bir şeyinde hayatında,zenginliğinde,mutluluğunda,yaşantısında asla gözüm olmadı...

Ben bu mutluluğu hak ettim çünkü asla ne kendime acıdım ne de kendimi acındırdım! Hep güçlü sapasağlam bastı ayaklarım,sabahlara kadar ağlayıp şirkete günayyydınnn sesimle inlettiğim çok olmuştur:) Asla kötü anımın lansmanını yapmadım cümle aleme...

Ben bu mutluluğu hak ettim çünkü yaptığım hataları kimseye mal edip günah keçisi aramadım.. Ben o hatayı yapmasam elimdeki kıymetlerin değerini anlayamayacaktım... İyi ki tüm hatalarımı yaptım ve yaptığım hatalara 'ben yaptım' diye sahip çıkıp başım dik durdum..

Ben bu mutluluğu hak ettim çünkü kimseyi rakip, düşman bellemeden, ön yargı ile yaklaşmadan, sürekli empati kurarak tüm iyi niyetimle yaklaştım... Amaaa karşımdaki beni anlayamayıp kendi egolarına yenilerek canımı yakınca da dişe diş göze göz hak edene hakkını verdim :)

Ben bu mutluluğu hak ettim çünkü kalbimi kin ve nefretle beslemedim... Etrafıma çiçek tohumları gibi mutluluk saçmayı kendime düstur edindim...

Ben bu mutluluğu hak ettim çünkü öyle güzel insanlar biriktirdim ki hepsinin duası etrafımda bir hare oluşturdu kötülerin kem gözleri,bir ayna gibi hep bu hareye çarpıp kendilerine döndü..

Hayatınızın kalitesini hayatınızdaki insanların kalitesi belirler der J.Brown...

Eşim hayatıma girdikten sonra ne kıymetli bir hayatım olduğunu anladım :) Kendimi, hayatımı, yaşamayı daha çok sevdim :) Hayata daha güzel bakmayı öğrendim:) Hep bahsettiğim hayat puzzle'ımın kaybolan eksik parçasını buldum :) Meğer o mutluluk içimdeymiş :) Vaktin dolmasını bekliyormuş :) Kalbim bu huzura kavuşunca,içimdeki med cezir bitti...Kalbim dingin ve güneşli bir sahil kasabası artık:)

Kendime Not: Bugün de çok güzelim:) Ve mutluluk bana çok yakışıyor ;)




30 Ekim 2017 Pazartesi

BİR SİNEMA GÜNCESİ


Kışa aylarında en büyük zevkimiz sinema... Benim oldum olası sinema kendime ayırdığım özel zaman dilimi gibidir... O asla benim için lüks değildir... Aylık telefon faturası ödemem ne kadar elzemse, mutfak alışverişi nasıl mutlaka yapılırsa,sinemaya gitmekte o kadar hayatımın parçası gibidir...
Son gittiğim bir kaç filmden bahsedeceğim ilki Jessica Rothe,Israel Beoussard'ın
ÖLÜM GÜNÜN KUTLU OLSUN
     Bu filmin türü gerilim diye geçse de çok gerildiğimi söyleyemeyeceğim :) Tek izlediğim gerilim örneği TESTERE serisidir o da adamın zekasına hayran olduğum içindir fakat sonunda abartarak ortalık kan revan içinde kaldığından artık onuda midem kaldırmıyor... Film sıkıcıydı diyemem ama nerden bakarsan bak vasattı diyebilirim... Yani evde olsam ve izleyecek hiç bir şeyim olmasa vakit geçirmek için onu izleyebilirim...  Son dönem Türk filmleri beni hakikaten hayal kırıklığına uğratmaya başlamıştı.. Artık çok ilgimizi çekmediği sürece Türk Filmine gitmeme kararı almıştık ama öyle bir filme daha gittik ki onu nasıl tasvir edeceğim bilemiyorum:)

AYLA... 
Söylerken bile içim çekiliyor... Eşimin ilk defa ağladığına şahit oldum :) Beni düşünmeyin zaten utanmasam bağırarak ağlayacaktım :))) Bir hikaye bu kadar mı içten işlenir, film kalitesi bu kadar mı Avrupa standartlarının bile üzerinde olur...
Oyuncular bu kadar mı sahici olur... Bu film Oscar'da hiç bir ödül alamazsa artık Oscar ödüllerine olan itimatımı kesinlikle yitirebilirim... Herkesin mutlaka görmesi gereken,gitmesi gereken bir film... Benim için en iyi 10 Türk Filmi sıralamasına adını kazıyarak girdi... Hakikaten uzun zamandır bir filmden bu kadar keyif alarak bu kadar katıla katıla ağlayarak izlememiştim... Ayrıca bir Merilyn Monroe sahnesi vardı ki beni kalbimden vurdu :) Filme ayrı bir değer kattı... Uzun lafın kısası AYLA kurgusu,hikayesi,kalitesi ve oyuncu kadrosu ile gidilmesi görülmesi ve ödüllendirilmesi gereken bir film...

KÖY KÖY İZMİR :)))




                İnsanlarda hep bir geçmişe dönme eğilimi vardır ya bu aralar bize de bu oluyor galiba... Hep bir köy yaşamına özenir olduk... Toprakla uğraşabileceğimiz,bir şeyler ekip kendi emeğimizi toplayabileceğimiz, toprağın yağmur sonrası kokusunu içimize çekebileceğimiz bir ev ne güzel olurdu değil mi :) Biz bu köy gezme işini baya ciddiye aldık :)) Hatta ben abartıp İzmir köylerinin bir listesini çıkardım:)))) Ama bu köyler bu kadar araştırmayı hakikaten hak ediyor:)
Bu hafta Bademler köyüne gittik;


       Bir köy düşünün ki tiyatrosu olsun ama camisi olmasın, üstelik 1930’lardan beri oyunlar sahneleyen tiyatrosunun tüm oyuncuları da köylülerden oluşsun; 76 yıllık bir kütüphanesi olduğu gibi bir de oyuncak müzesi olsun; bakkalında, berberinde Deniz Gezmiş’in, Albert Einstein’ın resimleri, sözleri asılı olsun; ambalaj atıkları ayrıştırılarak toplansın, altyapı sorunu olmasın; herkes okuma yazma bilsin ve hiç kimse suç işlemesin; köylüler kendi aralarında sahne tekniklerini, oyunları tartışsın, edebiyat ve felsefe üzerine konuşsun ama bir yandan da tarlasında ekip, biçsin.
      Gerçekten bu özellikleri çok güzel fakat keşke o köy dokusunu hiç bozulmasaymış... Araya villalar dikilip o köy evi olgusunu ziyan edilmeseymiş... Çoook daha güzel bir köy olurmuş... Köye girerken ne kadar güzelll diye çığlıklar atarken gittikçe artan villa sayılarını görünce burayı da istila etmişler dedim içimden... Umut ediyorum ki kendini bu kadar geliştirmiş sanatçı ruhlu köy insanı bu yozlaşmaya daha fazla izin vermez ve köyün dokusu bozulmaz...Gidin görün efendim kesin tavsiyemdir;)


25 Ekim 2017 Çarşamba

GÜZEL YAZI YAZANIN KALEMİNDEN ÖPERİM:)


Malum bir internet gazetesinde çalışıyorum...
Ve o gazetenin duayen bir ismi var sevgili Mehmet Karabel:) Bir insan bu kadar nazik bu kadar naif olabilir mi? diye düşünüyor insan onunla sohbet ederken... Kendisi bu gazete için büyük bir şans bence... İnsan ilişkileri kuvvetli ve lafını korkusuzca gediğine koyacak kadar da cesaretli yazılarında... Bilmem kaç gazetede genel yayın yönetmenliği yapmış, benim yaşım kadar yazı yazmış bir insanı ne övecek ne de eleştiri yapacak had ve tecrübeye sahip değilim :) Ama onu çok seviyorum öyle alçak gönüllü bir adam ki benim yazımı kendi köşe yazısına taşıyacak kadar ve yazmaya devam etmemi rica edecek kadar da yüce gönüllü:)
Geçenlerde Atatürk ile ilgili bir hikayeyi paylaşmıştı köşe yazısında hikayede Atatürk Latife hanımın yazmış olduğu bir nota yüzünden kalemini öpmüş ve ona duygularını belli etmişti :)  Çok etkilendim 'kalemini öpmek ' deyiminden...
Blog yazmaya başlarken ilk yazımda belirttiğim gibi kimse okusun diye değil... Benim için bir nevi günlük gibi... Yanımda taşıdığım küçük not defterim gibi... İçimden geldiğince duygularımı katarak ve elimden geldiğince insanları sıkmayıp akıcı bir yazı kullanarak yazmaya gayret ediyorum... Çevremde bu konuda beni yüreklendiren ve devam etmemi rica eden çok kişi var... Ayrıca acımasızca eleştiren 2 kız kardeşim var :) Ben kaç yazı sildim onlar yüzünden bir bilseniz :) Herkesle paylaşmıyorum bu yazıları bir çoğu kendi hayatımın parçası çünkü... Denk gelenler okuyorlar sanırım :) arada şaşırılacak kadar okunduğunu fark ediyorum:) Bu beni mutlu ediyor... İlerde belki bir deneme şeklinde sadece buradakileri değil diğer yazdıklarımı da toparlayıp bir kitap yazabilirim... Kitap yazmak için tabi ki 40 fırın ekmeği yemem gerek biliyorum ama en azından çabalıyorum :)
Kötü yazı örnekleri görüyorum bazı bloglarda :) 'İçinden gelerek yazmak' Türkçe'yi katledip aklına gelen her saçma şeyi muhteşem bir hikaye gibi paylaşmak değildir arkadaşlar:) Yerinizde olsam bu yazıları paylaşmadan önce kitap okuyan ve okuduğunu anlayabilecek kapasitede insanlara okutur fikirlerini alırdım :) Zira siz okuduklarınızı pek anlamıyorsunuz kanımca :)))

Sonsöz: Güzel Yazı Yazanın Kaleminden Öperim ;)

23 Ekim 2017 Pazartesi

ORADA BİR KÖY VAR UZAKTA :)



Güzel İzmir :)
Taşı toprağı altın şehir İstanbul'dur ya :) İzmir şehir değil şiirdir :)
İstanbul'u çok özledim... Hafta sonu kardeşim Galata kulesinden fotoğraflar attı içim gitti...
Ki önümüzdeki ay İstanbul'a gelme ihtimalim çok yüksek...
Tüm bu özleme rağmen bana İstanbul mu? İzmir mi? derseniz:) Kesinlikle İzmir derim :)

Öyle güzel ki inci tanesi gibi:) Her gittiğimiz yer ayrı bir güzellik:) Deniz mevsimi hala devam etmesine rağmen biz artık gitmiyoruz denize plaja:)
Buna hava atmak mı dersiniz bilmiyorum ama sıkıldık :) Daha ana arterler yerine köyleri keşfedilmemiş yerleri görmek istiyoruz :)
Bu hafta sonu da öyle yaptık :) İzmir Belediye'lerinin en çok takdir ettiğim özelliği kadınlara kendi emekleri ile kendi paralarını kazanma şansı veriyorlar... Gencecik kızlar, yaşlı teyzeler el emeklerini bu ilçelerin belli yerlerinde kurulan el emeği ve kadın pazarlarında satışa sunuyorlar...
Bahçelerinden topladıkları meyvelerle reçel, kurabiyeler,tatlılar, otlarıyla börekler, şifalı çaylar, ekmekler, el oyaları ile fularlar,masa örtüleri aklınıza gelebilecek el emeği göz nuru ne varsa bu pazarlarda satıyorlar... Böyle böyle güçleniyor İzmir'in kadınları... Köylü, kentli demeden sürekli destek veriliyor... Belediye Başkanları'nın da çoğu kadın... Tıpkı Urla Belediye Başkanı Sibel Uyar gibi:)

Urla...
Harika manzarası, denize nazır kahvaltısıyla huzur dolu bir yerdir... Öyle güzel yerleri var ki Urla'nın anlatmak için daha çok yazacağım:) Yeni keşiflerimizden birisi de Barbaros Köyü...
Bu köyde her haziran ayında  tarlalardaki ürünleri korumak için kullanılan tarla korkuluklarının festivali yapılıyor. Tarla korkuluğunun yöresel ifadesinin 'Oyuk' olması nedeniyle festival, 'Barbaros Oyuk Festivali' olarak geçiyor. Bu köyde lokantalar yok :) Çatkapı evleri var :) Köy evinin kapısını çalıyorsun ve kendi akşama ne pişirdiyse bir tabağını sembolik bir ücretle seninle paylaşıyor:) Köy evinde köy sofrasında oturup lezzetli yemekleri tadabiliyor, aynı zamanda sıcak köy insanın güzel muhabbetine hasıl oluyorsunuz...

Barbaros Köyü sokaklarında korkuluklar tarla korumanın ötesinde sokak süsü olarak kullanılmış  tüm sokakları çeşitli temaları canlandıran oyuklarla süslenmiş:)
Ayrıca bahçe düzenleme ve en güzel oyuk için bir yarışma yapılıyor festival zamanı:) Bu sene bir çok festivale gitmeme rağmen Oyuk Festivalini görmek nasip olmadı kısmetse seneye ;)
Öyle şirin öyle minicik bir yer ki :) Bence gidilip görülmeye, o samimi insanların 1 tabak yemeklerini paylaşmaya değer...






19 Ekim 2017 Perşembe

TOPLUMSAL'ZAYIFLAMA' YAPTIRIMI

     
  

       Sabah duydum kötü haberi...Güzeller güzeli Özge Şeker yanlış kişiler tarafından 'Tüp Mide Ameliyatı' adı altında kesilip, biçilip hayatından edilmiş... En güzel çağında... Sevdiği insanla hayatını birleştirmeye çeyrek kala... Belki incecik kuğu gibi bir gelin olabilmek umuduyla, belki etrafında gördüğü iyi örneklere özenerek...
       Artık toplum olarak o kadar yozlaştık, o kadar acımasızlaştık ki insanları bu yöntemlere siz itiyorsunuz biliyor musunuz??? Size diyorum size!!! Hiç bir kusur bulamayınca insanlara kilolarıyla saldıran, ayy bu yaz da bu kadar kilo verdim aman da pek fitim diye teşhir fotoğrafları çekip sosyal medyalarda paylaşan, kimseleri beğenmeyen, kimseyi olduğu gibi kusurlarıyla güzel göremeyen, eli yüzü düzgün bir adamla ya da güzel bir kadınla birlikteyse gözlerine inanamayan, bu kiloyla nasıl kabul etti bunu diye onu iyi güzel hiç bir şeye layık göremeyen, kilolu insan 2. sınıf insandır zihniyetinde olan,en çok ben zayıfım, en güzel ben zayıfladım hastalığına kapılan zavallılar sözüm size!!! Daha çocukluk çağında başlıyor zehriniz! Minicik çocuklara 'ötekileştirmeyi' 'etiketlemeyi' öğretiyorsunuz!!! 'o şişman çocuk mu?' ' Ayy o şişko mu?' ' Allahım kıza bak bu kiloyla pesss' ağzınızdan zehir saçıyorsunuz zehir!!!! 'ay kilo mu aldın sen??? 'Ayy zayıfla hemen zayıfla' Siz böyle olmasanız 78 kilo bir kız neden bıçak altına yatsındı ki???
     
            Kime göre fit??? Neye göre şişman??? Ölçüsü nedir??? Bir standardı mı vardır??? Siz beğenmeyince biz güzel olamıyor muyuz???!!!! Ben doğduğumdan beri hiç zayıf olmadım en az balık etli, en fazla morbid obez olarak devam ettim yaşamıma... BEN KİLOLUYKEN DE ÇOK GÜZEL BİR KADINDIM!!! BEN KİLOLUYKEN DE ALIMLI BİR KADINDIM!!! Ama sağlıklı değildim! Hem ruhsal açıdan hem de bedenen sıkıntılar yaşıyordum... Ruhsal olarak çöküntüler yaşadım ve kiloyu bir aşağılama aracı olarak kullananlar tarafından çok fazla incitildim... O sonsuz öz güvenim bile engel olamadı bu yıpranmışlıklara... Beden olarak yaşlı hissediyordum kendimi... Yaşam alanım kısıtlanmış gibi hissediyordum...  Koşup hızlı hareketler yapıca,merdiven çıkınca,uzun yürüyüşler sırasında tıkanıyordum... Siz salıncağa binmek isteyip sığamamanın bile insana ne kadar acı verdiğini bilir misiniz??? :) Bilemezsiniz:) Umarım çocuklarınız da bilmesin... Çok denedim diyet yapmayı... Yapamayınca kendimi 'İSTİKRARSIZ' ilan ettim... Belki psikolojim buna hazır değildi, belki yardım istediğim insanlar beni anlayamadı yeterince motive edemedi bilmiyorum... Ama yapamadım işte... Olmadı... 15 kilo veriyor, sonra bir üzüntü,bir moral bozukluğu 16 kg geri alıyordum... Benim ki obezite değil 'DUYGUSAL AÇLIK'tı... 
      
           Tüm bu üzüntüleri yaşarken bir gün facebookta eski bir arkadaşımın son halini gördüm...İNANAMADIM!!! o kilolu kadının yarısı bile kalmamış tüp mide ameliyatı olup incecik olmuştu ... Nasıl ??? dedim kendi kendime... Yapılabilir mi? Bu kadar sağlıklı olunabilir mi??? E yıllarca bize gösterilen Ozan Orhon nolacak?? Midesi delindi tekrar kilo aldı ölümlerden döndü??? 
       Araştırmalarım başladı.... En ince ayrıntısına kadar, doktorun ameliyat ettiği bir sürü hasta ile iletişime geçerek, en çok ameliyat risklerini araştırarak geçirdim hayatımın uzun bir dönemini... Tehlikeli ve aynı zamanda pahalı bir ameliyattı... Defalarca ameliyatın nasıl yapıldığını bile izledim.. Ameliyat sonrası nasıl beslenmem gerektiğini, nelerin yanlış olduğunu neredeyse ezberledim... Kararımı verdim BEN TÜP MİDE AMELİYATI OLACAĞIM dedim:)

      Ameliyat çok başarılı geçti... Sonraki takip süreci de oldukça sıkıydı... 21 gün sıvı diyeti yaptım :) Dile kolay 21 gün:) Hızla kilo vermeye başladım her ay bir dünya kan tahlili ve ultrason filmi çektiriyordum... Nitekim 45 kilo verdim:) Verdiğim her 10 kiloyu beni aşağılayan kişilere hediye ettim:) 3. yılıma girdim... Çok şükür sağlıklıyım... Hala 6 ayda bir tüm tahlillerimi tekrarlıyorum... 

      Şimdi gelelim tüp mide ölümlerine... Her zaman söylediğim bir şey var önümüzdeki 5 yıl içerisinde her 5 insandan 3'ü tüp mideli olacak... Çünkü bu artık bir hastalık ya da tedavi yöntemi değil bu artık bir 'SEKTÖR'... 2 yıl önce mezun olmuş, tüp mide ameliyatını derslerde okumuş ya da asla uzmanlık alanı olmadığın halde sırf tatlı gelen para uğruna bu ameliyatı yapan DOKTOR adı altında KASAPLAR insanların umutlarını ve paralarını sömürerek canlarına kast ediyorlar!! Bu ameliyatın yapılması için gereken teçhizat bile sadece 11.000 TL iken insanları 4.000 TL'ye ameliyat ederiz biz sizi diye pazarlıklara girişiyorlar... İnsan hayatı onlar için çok önemli değil... Doktor Asistanı adı altındaki PAZARLAMACILARIYLA sosyal medyada, obezite gruplarında ameliyat olmak isteyen hevesli insanları resmen avlamaya çalışıyorlar...Sonuç UZUN YOĞUN BAKIM SÜREÇLERİ, Sonuç ÖLÜM!

     Bu süreci en ince ayrıntısına kadar yaşamış bir tüp mideli olarak rica ediyorum... Bilinçsizce bu yola atmayın kendinizi, 3 kuruş az para vereceğim diye kendi canınıza kast etmeyin... Geride kalanları da kendinizi de felakete sürüklemeyin...

    SonSöz: TÜP MİDE ÖLDÜRMEZ CEHALET ÖLDÜRÜR!

13 Ekim 2017 Cuma

YOLCULUK...




İster vur ister okşa
İster tut ister yolla
İster sev ister zorla
Ben böyleyim...
Radyoda Ayten Alpman'ın güzel sesinden dinleyerek, hatta bağıra çağıra eşlik ederek Bursa'dan izmir yoluna girdik...

Bursa...Bu cümleyi kurmadan geçemeyeceğim Yeşil Bursa sadece camilerdeki çinilerde kalmış... O kadar betonarme öylesine üst üste bir şehir kurmuşlar ki yazık gerçekten çok çok yazık... Tabi ki doğa yapısı bozulmayan yerler de var Mudanya, Tirilye gibi... Ama genel itibariyle şehir merkezi tam bir beton yığını... Gerçi her yerini gördük diyemem Bursa'nın, havaların durumuna göre bir hafta sonu gidip dolu dolu gezmeyi planlıyoruz...
Her şey bir yana tarihi dokusu muhteşem... Ulucami,Yeşil türbe,Osman ve Orhan Gazi türbeleri,Tophane,Koza han, İpek Han,Mudanya,Tirilye inanılmaz etkileyici yerler... Tüm bu güzelliklere rağmen keşke Bursa'nın yeşiline kıymasaydınız diyorum...


Uzun yolculukları çok seviyorum :) Eşimle hayata dair konuşmayı,onun tecrübelerini, maceralarını dinlemek, uzun uzun sohbet etmek... Yeri geldiğinde onu eleştirmek, yeri geldiğinde öz eleştiri yapmak beni gün be gün daha büyütüyor ve daha olgunlaştırıyor... Hayata bakış açımı değiştiriyor... Ben onun penceresinden bakıyorum o da benim penceremden...
Ama asla sıkıcı değil,tam tersi kahkalarla, bazen çocukça, bazen inceden laf sokarak :) bazen derin bir sevgiyle sadece birbirimize bakarak... 

Şarkı bittiğinde uzak yollardan gelmiş gibi hissettim kendimi... Her kilometre biraz daha içime yolculuk gibi geldi bana... 
sonra düşündüm... Her insan kendi gibi olsaydı aslında... kimsenin kimseye bir şeyleri ispat etme çabası olmasaydı... Sevildiğini, toplum tarafından kabul gördüğünü insanların gözüne gözüne sokmasaydı keşke...Bazen paylaşım işini bende abartıp bir frenliyorum :)) Ama benim ki daha çok içime sığdıramadığım mutluluğu dışa vurmak gibi :) Görmemişin kocası olmuş modunda değil :)))))))) Umudunuzu asla kaybetmeyin sizin de yarınız bir yerlerde bekliyor mesajı veren umut veren paylaşımlar...

Uzun zamandır görüşmediğim,sadece sosyal medyada ekli olan insanlar bile bana 'çok seviniyorum mutluluğunu görünce, ne kadar güçlü bir kadınsın, mutluluğu o kadar hak ediyorsun ki idolümsün' diyen insanlar beni öyle mutlu ediyor ki :) Hepsi için ayrı ayrı dua ediyorum... Dilerim Allah herkesin karşısına hak ettiği insanı çıkarır ver herkes evinde yuvasında mutlu olur...

Sıkıntılar yaşamadan, can acımadan kolay olmuyor iyi bir psikolojiye gelmek...Bazı eski paylaşımlarıma ve resimlerime bakıp acımasızca eleştriyorum kendimi... Kim bilir ne yaşadım da bunu paylaşma gereği duydum Allah aşkına diyorum çoğu zaman:))) Hatta o halime kızdığım kendimi ne kadar zavallı ve acınası savaşlara sokmuşum dediğim bile oldu... 

Ama yaşadığım hiç bir şeyden pişman olmadım en kötüsünden bile... Hepsi bir ders verdi hepsi bir değer kattı bana..Şu an ne istediğini bilen kendi ayakları üzerinde sapa sağlam duran, kocasının karşısında bile kuralları ve prensipleri olan,kendini önemseyen ve kendi kıymetini anlayan bir kadın olarak asla acıtasyonlar yapıp 'allahım bütün dertler beni buluyor' ' acılar içinde doğmuşum' 'acıların çocuğu, gözyaşının kadınıyım' modunda hiç olmadım... Acı yaşamadığımdan değil... Acıyı nasıl karşıladığımdan kaynaklıydı bu...

Daldan dala bir yazı içimi döker gibi...İçimden geldiği gibi... Yolumuz uzun yolculuk çetin kara bulutlar karşımızda ama arasında hep bir güneş var... Bana umudun resmini yapabilir misin Abidin? :) Yok yapamam ama çekerim ;)




5 Ekim 2017 Perşembe

Panjuru Hazırladım Bir Penceresi Eksik


Hayat yolu çetin, Hayat yolu engebeli...
Kalbin dikiz aynasından bakmadan ilerlemek zor...
Eskiye dönüp baktığımda tek özlemim çocukluğum umarsız telaşsız bol kahkahalı çocukluğum... Masallardaki 3 dilek hakkını bana verseler mesela, ilk çocukluğumu çocuğuma vermek isterdim...
Pazar sabahları mahalleye gelen dönme dolaptaki kırmızı koltuğu...
Dedemle balık halinden yoğurt kovasına koyup yüzdürdüğümüz balığımı..
Amcamın jole yerine kullandığı limonun saçlarındaki kokusunu :)
Her akşam babamın getirdiği tadelle'nin tadını...
Mahallede tek videosu olan Fatma teyzenin evine Küçük Emrah izlemeye giden annem ve babanemin ıslak mendillerini :)
Ben ölür de gidersem sen bu ellerde ne yaparsın diye yanık yanık türküler söyleyip beni 5 yaşımda hıçkıra hıçkıra ağlatan Dedemi :)
Akşam kapı çaldığında sırasıyla önce dedem, 2 amcam ve son durak babamın sevgi dolu kucaklamalarını...
Cuma günleri balkonda yolunu gözlediğim yengem ve ablamın gelişinden duyduğum heyecanı...
Bol kahkahalı kalabalık bayram sofralarımızı...
Yeni evimize taşındığımızda annemin ben üşümeyeyim diye ellerimi ovuşturup etrafıma sardığı yeşil battaniyeyi...
Ve çocukluğum dediğimde aklıma gelen beni gülümseten, kalbimi sevgiyle dolduran her ne varsa her zerresini oğluma vermek isterdim...
Öyle naif öyle kırılgan ki onun güzel kalbi yaşından büyük 1.82 boyu ile o çok erken büyümek zorunda kalan minicik bir çocuk hala... Benim kalbimin vazgeçilmezi... Hani derler ya insan tahtını yapıyor da bahtını yapamıyor diye... Bende düşlerimde ona bahçeli cennet gibi bir yuva çizdim...
Nereden baksan Panjuru Hazırladım Bir Penceresi Eksik...Ha gayret ;)



HEMŞERİM MEMLEKET NİRE??? BU DÜNYA BENİM MEMLEKET;)

   

             Son günlerde ülkenin gidişatı, eğitim sisteminin yap boz tahtasına dönüşmesi, ülkemde mülteci gibi yaşamam kafamı çevirdiğim her yerde Suriyeli görmek artık iyiden iyiye sinirlerimi bozmaya başladı... 'Nereye gezmeye gitsek? Nereye tatile gitsek?' demeyi bırakıp 'YURT DIŞINDA YAŞABİLİR MİYİZ?' i konuşmaya başladık... Evet yerini, yurdunu, vatanını, sevdiklerini, anılarını geride bırakıp gurbete gitmek çok zor... Ama geleceği düşününce, gidişatı düşününce senin çocuğunun seviyesinden düşük çocukların bile yurt dışında üst düzey eğitim gördüğünü düşününce insan kafasını ellerinin arasına alıp düşünmüyor değil...
           Çok yakın bir arkadaşım yaklaşık 1 ay önce Amsterdam'a yerleşti... Küçük bir kızı var 1 yaşında... Neden diye sormadım :) Nasıl oldu dedim :))) En çok kızım için denemek istedim yoksa gurbetlik zor işler... Biz o kadar itilip kakılmaya alışmışız ki Türkiye'de, burada insanlara yapılan iyi muamele bile zoruma gidiyor neden bizde yok diye sürekli sorguluyorum.. En basiti geçen karşıdan karşıya geçecektim koca yolcu otobüsü durdu bir tuhaf oldum ağlayacaktım...Eşimin şirketi bize 2 ay yaşayabileceğimiz bir ev temin etti... Kaldı 1 ayımız... Malum burada Ağaoğlu yok :) ev bulmak o kadar kolay olmuyor yani...Çünkü her yer yeşillik, her yer yaşam alanı insanlar doğaya tecavüz etmemişler, doğanın izin verdiği kadarına ev yapmışlar... Düşün ki ot, uyuşturucu, içki her şey serbest ama suç oranı diye bir şey yok... Umarım kızım burada daha iyi şartlarda büyür dedi...
             O kadar üzüldüm ki... İnsanları ne hale getirdiler vatanım milletim diye can verenler aman çocuğum kendini kurtarsın telaşına düştü :( Bunu asla vatanını sevmemekle, milliyetçi olmamakla ya da 'istemiyorsanız çekin gidin kardeşim' gibi argo bir yaklaşımla yargılayamazsınız...
             Canım istanbul'um öyle çok seviyorum ki o şehri... Ama her gittiğimde ağlayarak uzaklaşmak istiyorum... Keşke İstanbul'da son 20 yılda gelenler süpürülüp alınsa... Keşke o sakin, o narin, o naif haliyle kalsa İstanbul'um...
            İzmir'de yaşamayı belki de bu yüzden çok seviyorum... İnsanlar o kadar çok sahipleniyor öyle sarıp sarmalıyor ki şehrini... Gururla bahsediyor her yerde büyük harfle yazıyorlar İZMİR'LİYİZ diye :) Otobüse biniyorsun girişinde okullarda tahta üstüne asılan çerçeveler gibi kocaman Türk bayrağı, yanında Atatürk, yanında K. Atatürk imzası :) Alsancak'ta, Kıbrıs Şehitleri'nde müzik yapan çocuklar, Kordon da gitar çalan gençler bir anda bir tuttururlar İzmir Marşı :))) Millet hiç çekinmeden bağıra çağıra söyleyerek eşlik eder... Buraya da geldiler ne yazık ki... Burayı da mahfetmelerine az kaldı... Çok korkuyorum İzmir'de bir gün İstanbul gibi olur diye... Bunca güzelliğe kıyamıyorum çünkü... Burada hayat var, insan nefes aldığını anlıyor... Gecenin köründe kadın birasını fıstığını alıp sahilde keyif yapabiliyor... Benim bile bazen yuh artık dediğim şortlar giyiyor kadınlar ama kimse benim gibi bakıp yuh demiyor:))) Kızlı erkekli deyimi yok burada  :))) Söyleyeni döverler:))) Kız ve erkek öğrencilere ev de veriliyor burada:) Kimse kapılarına kamera takmıyor kim girip çıkıyor diye :) Adım başı bir hayır için lokma dağıtılır burada:))) Yolda olmadık bir yerde durup koşa koşa lokma almışlığımız bile oldu :)))) Öyle lezzetli gelir ki o lokmalar :))) Aslında İzmir üzerine ayrı bir yazı yazmak istiyordum ben :)) O yüzden şimdilik lafımı balla değil Gavur İzmir'le kesiyorum :)))
Hafta sonu Bursa, sonra Eskişehir, sonra Kapadokya, Sonra, Çanakkale sonra Gap turu, sonra Karadeniz :))) Yaza kadar daha çok gidilecek yer var :)))) Ne diyor Barış abim 'Yani anlamadım hemşerim senin esas memleket nireee??? Bu dünya benim memleket ;)

27 Eylül 2017 Çarşamba

#KOCAMADOKUNMA


Son dönemlerin manşet konusu :))))

Aldatmak ve Aldatılmak özellikle kadınların daha sık yaşadığı, erkek adamdır kadın elinin kiridir sen aldırma affet diye kadının duruma alıştırıldığı acınası mefhum...
Nedendir bilinmez böyle durumlarda hep kadından bir özveri bir erdem beklenir... Ya çocuğu uğruna, ya hayat standartlarını kaybetmemek uğruna hep affedilir o erkekler...

Erkekler aldatıldığında asla bu ihtimaller yaşanmaz...
Neden bir erkek bu kadar rahat aldatır hiç düşündünüz mü???
Sünnetinde bile düğün yapılan, göster bakayım amcalara diye akşama kadar pipisi ortalıkta gezen, annesi tarafında ağamsın paşamsın diye yetiştirilen bir dediği ikiletilmeyen erkek kendini dünyanın 7. harikası sanır da ondan :)

Aslında ileride oğullarımızın bir kadına nasıl davranacağını da bizler belirliyoruz.. Hani hep bir kadının canını başka bir kadın yakar derler ya o misal...

Konuya gelince #KOCAMADOKUNMA nedir yaa????

Çocuk mu bu??? çocuğuma dokunma taciz etme der gibi... Koca adamdan bahsediyoruz ey faniler...
Tamam çevremizde kötü niyetli erkekler ve kadınlar olabilir ve hatta bunu alışkanlık haline dahi getirmiş olabilirler... Geçmişte yaşadıkları ruhsal buhranlar, eksik yaşanmışlıklar, sevgisizlikler, aile içi şiddet, belki küçükken uğradığı bir taciz , gereksiz para hırsları, kendi mutsuzluklarını çevrelerine bulaştırma hastalığının pençesinde olanlar var inkar etmiyor ve asla koruyup kollamıyorum...
Ama neden bu konu sadece kadınlara mal ediliyor... Neden herkes o kadınlara tu kaka yaparken bu erkekler 'kadın ayartmış işte' denilip yıkanıp paklanıyor???
Bu adamların gözü dört dönmese, bu duruma oldukça açık bir mideleri ve bünyeleri olmasa kadın ona ne yapabilir ki??? En fazla taciz eder adam açık olup İSTEMEDİĞİNİ söyler ve olay biter...

Günümüzde  'Evli ve Mutsuz' etiketinin altına saklanan o kadar zavallı ve korkak erkek var ki... bunlar birleşse yemin ederim koca bir koloni kurabilirler... Uzaklara dalan nemli gözler için için çekilen sigaralar 'ahhh uzun hikaye'ler...

Aileler de bu konuda sonuna kadar suçlu... Bir an evvel ölmeden torun sevelim mürüvet görelim diye karakteri ve kişiliği oturmadan kendi ayakları üzerinde duramayan çocuklarını acilen evlendirip sonrasinda en acilinden torun beklentisi ile çiftleri birbirlerini tanıma şansı vermeden sırtlarına hayallerinden oluşan sorumluluklar yüklüyorlar....

Sonrasinda evde 'henüz taşıyamayacağı' sorumluluklardan bıkan erkek tüm yükü kadının sırtına yüklediği gibi kendini dışarı atıp farklı insanlarla farklı beklentiler içine giriyor...

Hikâyenin devami malum... Kalbi kırık kadınlar... Ortada kalan çocuklar... Dağılan aileler....

Son Söz: Eğer evlendiğin kadınla bir ömür geçirebilecek kadar sevmiyorsan, evliliğin evcilik oyunu olmadığının farkındalığına henüz erişememişsen, gözün hep dışarıda olacaksa, daha o ergen ruhunu ehlileştiremediysen LÜTFEN!!!
#KADINADOKUNMA






22 Eylül 2017 Cuma

Şeyma Subaşı'ndan geliyor Ünzile kaç koyun ediyor?


           
Günlerdir ben takip etmiyorum tanımıyorum diyen insanların bile sanki bir dünya kupası heyecanı ile takip ettiği muhteşem(!) düğün... En ince ayrıntısıyla, dur durak vermeden, mahrem özel bilmeden binlerce video, resim ve paylaşımlarla önümüze serilen 'kusursuz hayat'... 

          Derdim Şeyma Subaşı değil... Derdim bu tarz kızlara özenerek çalışmadan, okumadan,emek vermeden, alın teri akıtmadan bir anda para şöhret ve zenginliğe kavuşmak uğruna kendilerini babaları yaşında adamların önüne sermiş zavallı genç kızlar...

           Bizler ki kızlarımız okusun cehaletin pençelerinden kurtulsun diye altındaki yatağı satıp çoluk çoğunu okutan bir milletken nasıl buralara geldik???... Kimler bizi buralara sürükledi???

Kulağıma inceden bir Sezen Aksu sesi geliyor...

Yağmuru kim döküyor 
Ünzile kaç koyun ediyor
Dayaktan uslanalı hiçbir şey sormuyor...

            Bunca çocuk gelinimiz varken, eğitim sistemimiz hallaç pamuğuna dönmüşken, çocuklarımızın okuması için kolaylıklar sunulacağına önlerine aşmaları gereken dağlar koyuyorken, insanlar gelecek ve ülke gidişatı adına umutlarını yitirmişken kızlarımızın ünzile olmak yerine Şeyma Subaşı olmayı tercih etmeleri çok da şaşırtıcı olmasa gerek... 

Çok acıdır ki bu artık ahlaksızlık, itibarsızlık, gurursuzluk olarak değil genç kızlarımızın karşısında çıkan 'tepmemeleri gereken büyük bir kısmet' olarak lanse edilmektedir... Küçücük kızlar bol paralı rahat yaşamlar uğruna 'sözde modernlik' adı altında bedenlerini, ruhlarını, haysiyet ve şereflerini bu yaşlı ve zengin kurtlara 'kiraya 'vermektedirler... Annesinin babasının koşulsuz sevgisi yerine limitsiz parası olan ve para cahili anneler tarafından büyütülen gayrı meşru çocuklar... Yarının geleceği olarak sayılmaktadır...

Olanlar oldu... Binlerce cümle yazsak, kınım kınım kınasak, ayıplayıp tüüü senin yüzüne desek bunlar değişecek mi? Hayır...

O zaman bize düşen ???

      Biz kızlarımıza kendi ayakları üzerinde durmalarını, hiç bir erkeğin onların 'sahibi' olmalarına izin vermemelerini, önemli olanın para değil onurlu ve ahlaklı bir yaşam olduğunu... Başkalarının göz yaşlarına sebep olmaktansa dik durup arkaya bakmadan gidebilmeyi, rüya gibi bir hayata özenip gururunu bu uğurda yerlere atmak yerine onuru ve gururu ile kendi mesleğini edinmesini... Ne pahasına olursa olsun zengin kocanın peşine düşüp kendini aşağılatmamasını... Önemli olanın Zengin koca değil şerefli, itibarlı ve haysiyetli bir adamla hayatını birleştirip iç huzur ve mutlulukla yaşamanın önemli olduğunu öğreteceğiz…
Sonsöz: Kızlarımız ne Ünzile olsun ne Şeyma Subaşı…  

         


20 Eylül 2017 Çarşamba

ZALIMSIN EYYY ZAMAN:))

   Ne uzun zaman değil mi :) göz aç kapat 1 yıl... Başka bir şehirde, başka bir işte,başka bir adamla,bambaşka bir hayat... İçim öyle dolu ki :) Eskileri okudum biraz :) her sene beğenmez ya insan kendini baktım ve üstüne bir tuğla daha koymuşum dedim :) İlk zayıfladığım zamanlar her gün tartıya çıkıp kilo verdiğimi gördükçe aferin benim kızıma diye bacağıma şaplak atardım :))) Onun gibi bir şey ;)
     Böyle bir duruldum... Kendi içime döndüm... Ne kendimi ne geçmişi sorgulamadım çünkü gereken tüm cevapları bulmadan hiç bir şeye adım atmamıştım... Artık tüm sorularımın cevabı vardı... Rahattım, mutluydum, yaralarım geçmişti, çok seviyor seviliyordum...
     Güven duygusu çok başka bir şey :) Daha önce hiç yemediğin bir meyveyi ilk kez tadar gibi :)))) Önce suratını buruşturup sonra tadının güzel olduğunu anlayınca mutlu olan bebekler gibi :)
       Cesaret :))) Benim aldığım kararları benim yaptıklarımı herkes göze alamazdı... Bunu kendimi övmek için söylemiyorum:) Direkt kendimi överek gelişme bölümünü tamamlamak istiyorum :))))))
Evlilik tuhaf :))) Ama güzel :)) Bu tamamen karşında seni anlayan dinleyen adamla ve karakter yapısı ile ilgili :) Öyle ki hiç bir şey söylemeden yüz mimiklerimden ne demek istediğimi anlayan bir kocam var bu yüzden çok mutluyum:)))
        Korktum mu aslında korkmadım :) Hayatta hiç korkak davranmadım ben... Sadece ayakları yere basan ve inandığım kararlar aldım... Ayrıca bu hayatta Allah'tan başka sahibim olmadı benim... Kocam bile benim sahibim değil ben onun bir parçasıyım o da benim bir parçam... Bir gün koparsak (ki Allah korusun) Yine yıkılmam :) yine devam ederim kaldığım nokta koyduğum yerden... Bu yüzden hiç bir yere sırtımı yaslayarak geçirmedim ben hep çalıştım hep didindim... Bir kadın bana göre ne olursa olsun hangi şartlarda yaşarsa yaşasın asla kendi ekonomik özgürlüğünden vazgeçmemeli mutlaka kendi parasını kazanmalıdır... Ki bir gün rüzgar ters yönden eserse ilk devrilen o olmasın... Hayat bana hep temkinli ve güçlü olmayı öğretti :) Çünkü anne olmak bunu gerektirirdi ;)

O kadar çok konu var ki aklımda kaybolan günlüğüme kavuşmuş kadar mutlu neşeli ve şımarık hissediyorum kendimi...
Yazımı bitirirken hayatttt seviyorum seni valla bak :))))))

BİR ÇİVİ HİKAYESİ

      Yeni evine taşınmıştı kadın... Didine didine tırnakları ile kazıya kazıya oğluşu ve kendine YUVA kurmuştu... Öyle fırtınalardan çıkmıştı ki gücü mecali kalmamıştı... Tüm güvendiklerinden kazık yemiş,en sevdikleri canını acıtmış, elini ver yukarı çekeceğim seni diyenler bile elini çekip onu boşluğa bırakmıştı... Ama onun bir çocuğu vardı ve boşluğa düşmek gibi bir lüksü yoktu... ikince el eşyaları ile birlikte kocaman bir tablo almıştı ruhunu dinlendiren yarısı renkli yarısı siyah beyaz tıpkı hayatı gibi...

Önce ölçtü duvarı sonra kurşun kalemlerle işaretler koydu çaktı çiviyi, tabloyu astı...
Ama tablo öyle ağırdı ki o çiviler onu taşıyamadı düştü...
tekrar ve daha büyük çiviler aldı bu sefer olacak dedi yine ölçtü yine işaretledi yine çaktı kolları acıdı tek başına o tabloyu taşımaktan bu seferde yamuk olmuştu çiviler :)
Sinirlendi hepsine çekiçle vurup düşürdü bir tanesi sabit kaldı ve yamuldu...
aldı tabloyu yatağının yanındaki duvara yasladı... Uzandı baktı baktı baktı ağlayıp uyudu...
Sonra sabah oldu duvardaki çivi hala duruyordu orada düşmemişti...
Akşam evine geldi koltuğuna uzandı gözü takıldı çiviye... Ucundan tutacak kimsem yok diye o çivi orada duruyor dedi ve o çiviyi yalnızlığı bildi...
Zaman geçti kadın yaralarını sarmaya kedini sevip saymaya başladı... Kimsenin cesaret edemediği her merdiveni koşarak çıktı... Merdivenleri çıktıkça karşısına ben çok güzel tablo asarım diyen adamlar çıktı ama şarkıda dediği gibi Kadın çerçeve değil resim arıyordu :) O çiviyi duvara çakmak çerçeveyi oturtmak kolaydı önemli olan içindeki resimdi....
Kadın kendisi ile olan her sorunu çözdükçe çevresinde kimseyle sorunu kalmamaya başladı :)
İyileştikçe her hastalıklı duygusunu daha derinden çözüyor kendini acımasızca eleştirebiliyordu...
Daha iyisi artık yaptığı her kötü hareketi neden yaptığını daha iyi anlıyordu... Hepsi etkiye tepkiydi... Canını acıtanların hep canını acıtmıştı... Zaman geçti... O köprülerin altından çoook sular geçti... İyileşti kadın kendine güveni geldi :) bir gün bir düğüne gitti... Bir adam merhaba dedi... Çokta etkileyici bir giriş değildi aslında :) Bir ilişki ihtimali dahi aklına gelmedi çünkü yanında 2 güzel kadınla gelmişti adam :))) Araya birileri girdi bir şekilde adam ulaştı kadına... Derdini anlattı... Sevgisini anlattı... Yaşadı gördü kadın... Anlattığından da fazlasıydı adam... Birbirlerinin varlığını bilmeden aynı gazetede yıllarca çalışmışlardı :) Yüzlerce ortak arkadaşları vardı :)) Kadının o kadar ağzı yanmıştı ki bir milyon kişiye sorup 100 popüler cevap aldı :p :)))) Herkes 'mükemmel bir insan'dedi o adam için... Bu nedenle bazı şeyler çabuk gelişti... Adam da kadın da ne istediğini açık bir biçimde ifade ediyordu istedikleri ikisinin de aynıydı:) Mutlu huzurlu bir yuva :)

İzmir kadın için dönüm noktasıydı:) hayata en büyük golünü İzmir'de attı kadın... O şehir kendine olan güvenini verdi ona... Hep isteğiydi o şehirde yaşamak :) Oğluyla konuşmuştu biraz para biriktirir İzmir'e taşınırız seneye demişlerdi :)) Şaka gibiydi ama 1 yıl erken gerçekleşecekti bu hayal... Hem de sevdiği ve ona çok kıymet veren bir adamla.. Hızla başladı ailelerle tanışıldı, istenme, yüzükler,evlenme teklifleri havada uçuştu... Bir gün o evi boşaltma zamanı gelmişti... Her şeyini yok pahasına sattı ya da ihtiyacı olanlara verdi... tüm eşya evden çıktı sadece çivi kaldı... Oraya takılı kaldı gözü çok ağladı... Adam geldi sıkı sıkı sarıldı kadına neden ağladığını sordu.. Kadın çiviyi gösterdi o benim yalnızlığım dedi.. Adam tek bir parmak darbesi ile çıkardı o çiviyi yerinden artık değil dedi:) Artık değil...